15 Mart 2010 Pazartesi

Yürüyüş

Onun gibi binlercesine verilen bir isimle çağırıyorlar onu: Garip. O da kendisine yakıştırılan bu ismin bütün anlamlarını taşıyor üzerinde.
Onu her sabah aynı saatte oturduğum sokaktan uygun adım bir yürüyüşle geçerken görüyorum. Adımlarındaki o alışmışlık, o tek düze tempo bana onun hayatı boyunca hiç durmadan bu yolda yürümüş olduğunu düşündürüyor. Saati hiç şaşmıyor, etrafına bakmıyor, ayağı tökezlemiyor. Hep yalnız… Tuhaf…
Üzerinde yaz-kış aynı giysiler. O uzun eprimiş, eski zaman battaniyelerine benzeyen kahverengi palto, altı aşına aşına ince bir lastiğe dönüşen her an parçalanabilecekmiş gibi görünen ayakkabılar. Bir zamanlar yeşil olduğunu cılız bir sesle anlatmaya çalışan yer yer rengi solu sarıya dönmüş gömleği, buruşuk pantolonu…
Yüzüne bakıyorum. Gür kaşları çatık, ama kızgın olmadığını hissediyorum. O sadece yorgun, bunu gözlerinde görebiliyorum. Beyaz saçları her zaman kısacık, sakallarıysa iki-üç günlük gibi duruyor. Solgun yüzünde dudakları hep suskun. Sadece o ezbere yürüyüşüne konsantre olmuş, bakmıyor, görmüyor. Gözleri hep sabit bir noktaya kilitlenmiş, bu adam hep yürüyor, hayatının tek amacı buymuş gibi, nefes almasının tek sebebi buymuş gibi. Bazen yolunu kesmek istiyorum. Ama o kadar kararlı bir hali var ki durmak zorunda kalırsa ölmesinden korkuyorum.
Yürüyüşü bana küçükken izlediğim geçit törenlerindeki askerleri hatırlatıyor. Hayalimde onu üzerindeki eskilerden kurtarıp bir asker formasına büründürüveriyorum, gülümsüyor. Uzun boyuna ve vakur duruşuna bakılırsa bu giysilere alışık, O yorgun, hüzünlü, sabit bakışlı gözlerine bir gökyüzü ve bembeyaz bulutlar yansıtıyorum. O güneşli günde yağmuru hiç aklından geçirmiyor. Elinden tutup götürmeme gerek kalmadan, alışkanlıkla uçağın pilot kabinine yöneliyor adımları, uçağı havalandırıyor. Bu rutin bir uçuş olmalı, rotayı kontrol etmeye fazla gerek duymuyor. Yardımcıya ihtiyacı yok. Gittikçe şiddetlenen yağmurla oyun oynamak hoşuna gidiyor. Kim bilir hangi denizin üzerinde yıldırımlar oyuna karışıyor. Uçak hızla düşerken koltuğun yanındaki o hep anlamsız bulduğu kolu çekiyor.
O zamandan beri hep yürüyor, yalnız başına. Onu kimse durdurmuyor. Artık hikayesi unutulmuş, garip adından başka. Sadece yağmurlu günlerde yürürken gökyüzüne bakıyor, belli, kaybettiği bir şey arıyor. Dudaklarının usulca bir kelime söylediğin görür gibi olsam da ara sıra, bunu yalnızca hayal ettiğimi biliyorum.
O her gün aynı yolda yürüyor, ama onu kimse görmüyor. Bazen yolunu kesmek istiyorum, durur diye korkuyorum.

0 yorum:

Yorum Gönder