15 Mart 2010 Pazartesi

Roman/tik/ - Giriş

Bir gün bir kitap yazmaya bu kadar yakın olsaydım eminim başlayacağım yer burası olmazdı. Şimdi henüz yabancı olduğum bu iki odalı yalnızlıkta kıvrık ayaklı, tahtadan yapılma kare sehpanın üzerinde eğreti duran diz üstü bilgisayarın klavyesindeki tuşlara bu kadar bilinçsiz ama bir o kadar da hevesle vurmazdı parmaklarım, bundan da eminim.
Yazmak için çoğu insan gibi ilham perilerini değil de ilham cadılarını tercih ettiğimden sözcüklerle arası bozulmuş biriyim. Söz konusu cadı taifesi yıllardır semtime uğramamakta kararlı olsalar da bu gün öyle bir gün değildi, yazmak için onların gelip de beni yatağımdan kaldırmasını beklemedim ilk defa. Aslında yalan söylüyor olabilirim, çünkü planım bir gün -ki sanırım o gün bugün oluyor- hiçbir şey olmamış gibi uyanıp kurgulamaya devam etmekti. Kafamın içinde belli bir yerde takılmış, kurulu bir saat gibi /anbean/ mütemadiyen monotonca kurgulanmaya devam eden şeylerin eninde sonunda çalakalem olmasa da zihnimden taşacağı açıktı, bunu biliyor ve bilmemezlikten gelebilme yeteneğimin tadını çıkarıyordum
Peki neden bugünü seçmiştim yeniden kurgulamak için? Bunun benim için de çok açık olmadığı ortada… Cevabı bilseydim zaten başka cümlelerle başlardım romanıma…
Evet, bir roman böyle başlamamalı. Şimdi masalsı bir giriş yapmalıydım oysa ki, kendim de dahil herkesi bir yalana inandırmalıydım. Anlatacaklarım ancak sizi kandırabilecek büyülülükte ve aynı oranda gerçeklikte birleşmeliydi ki bana inanabilesiniz ve yahut kanabilesiniz. Oysa ki anlatmak istediğim şey ne büyülü ne de gerçek. Bu kitabı elinize aldığınızda ne tür beklentileriniz olduğunu bir zamanların azılı bir okuyucusu olarak ben de biliyorum; ama daha ilk sayfadan uyarıyorum sizi, size kendi öykümden fazlasını vaad etmiyorum.
Haliyle kendimi de kandıramam. Öyküyü en başından anlatmak hiçbirimizin şu an durduğu noktayı açıklamayacağından hiç kimsenin ummadığı (ve üzerinde durmadığı )bir andan başlayacağım anlatmaya… Bir otobüsün arka koltuğundan… En arkadan değil de yeterince arka sayılabilecek koltukların birinden; ömrümün çok da uzun sürmeyeceğini bir anda fark ettiğim koltuktan, kendimi pencereye yaslanmış, saçları ağarmaya başlamış, her daim asık suratlı bir genç kızken; yine bir pencere önünde tamamen bembeyaz saçlı oldukça tuhaf yaşlı bir kadın olarak bir türlü göremediğim o yansımadan; belki de yanılsamadan… Arkası kimbilir ne zaman…
O gün o koltukta ömrümün çok da uzun olmayacağına karar vermiştim.

2 yorum:

FKH dedi ki...

"ömrümün çok da uzun sürmeyeceğini" sanırım bu sözdür koskoca yazının özeti.. eline sağlık süper yazı!

Yarım Kalmış Masallar Anlatıcısı dedi ki...

Teşekkürler, bu bir roman denemesi aslında. Başarabilirsem her gün ya da her hafta bir sayfa gelecek. Bir nevi arkası yarın...

Yorum Gönder